Dürüst Davranma ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü
HMK Madde 29
(1) Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar.
(2) Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler.
6100 sayılı Kanunda Yer Alan Madde Gerekçesi
Bu maddenin birinci fıkrasında dürüstlük kuralı, ikinci fıkrasında ise doğruyu söyleme yükümlülüğü getirilmiştir ki bunlar “taraf hâkimiyeti”nin sınırları olarak görülmektedir.
Maddenin ilk fıkrası, Türk Medenî Kanunundaki “dürüstlük kuralı”nın medenî usul kanunundaki görünümüdür. Mukayeseli hukukta da dürüstlük kuralına, medenî usul kanunlarında yer verilmektedir. Bu kural, taraf usul işlemleri alanında etkisini gösterecektir. Söz konusu kurala aykırı olması hâlinde işlemin hukukî sonuç doğurması mahkemece önlenecektir.
Doğruyu söyleme ödevi tarafların yargılamadaki yükümlülüklerinden biridir. Hukukun temel ilkelerinden biri olan dürüstlük kuralına yargılama sırasında da riayet edilmelidir. Yükümlülüğün ana noktaları vakıalar ve delillerdir. Yargılamada taraflar bir mücadele içinde olsalar da bu mücadelede her şeyin geçerli sayılacağı kabul edilemez. Muhakeme sürecine ilişkin değişik maddelerde de dürüstlük kuralına aykırı kötüniyetli davranışların önüne geçmek için bazı yaptırımlar öngörülmüştür. Tüm bu hükümlerin temelinde dürüstlük kuralına uygun davranmayı sağlama amacı yatmaktadır.
Maddenin ikinci fıkrasında, dürüstlük kuralının özel ve önemli bir unsuru olan doğruyu söyleme ödevi açıkça düzenlenmiş bulunmaktadır. Taraflar yargılamada kendi menfaatlerine uygun olarak neleri ileri sürüp sürmeyecekleri konusunda serbesttir. Ancak ileri sürdükleri hususların doğru olması, beyan ve açıklamalarının gerçeğe aykırı olmaması gerekir. Taraflardan aleyhlerine olan hususları da beyan etmeleri beklenemez. Ancak gerek kendilerine, gerek karşı tarafa ilişkin hususlarda yaptıkları açıklamalarda mahkemeyi yanıltmamaları gerekir. Doğruyu söyleme ödevi, hem yazılı hem de sözlü beyan ve açıklamalar için geçerlidir. Bu ödeve aykırılık hâlinde beyanlar mahkemece dikkate alınmayacak ve değerlendirilmeyecektir. Ayrıca tarafın bilinçli olarak yalan söylemesi bir usul hilesi oluşturabilir.
HMK Madde 29 Dürüst Davranma ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü
Yargıtay İçtihatları
8. Hukuk Dairesi 2015/3932 E. , 2017/4621 K.
- HMK Madde 29
- Dürüst Davranma ve DOğruyu Söyleme Yükümlülüğü
Taraflar arasında görülen ve yukarıda açıklanan davada yapılan yargılama sonunda Mahkemece, davanın reddine karar verilmiş olup hükmün davacı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Dairece dosya incelendi, gereği düşünüldü:
KARAR
Borçlu vekili, alacaklı vekili tarafından müvekkili hakkında … Anadolu 11. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin 2010/431 Esas, 2014/306 Karar sayılı ilamına istinaden Kocaeli 4. İcra Müdürlüğü’nün şikayete konu 2014/9900 sayılı dosyasıyla ilamlı icra takibi başlatıldığını, ayrıca aynı ilama dayalı olarak 4. İcra Müdürlüğü’nün 2014/9901 ve 9902 sayılı dosyalarıyla hükmedilen maddi tazminat için, ayrıca yargılama giderleri ve vekalet ücreti için de ayrı bir icra takibi yapılmak üzere üç ayrı icra takibi başlatıldığını, mahkeme ilamının bir bütün, bölünemez, tefrik edilemez olduğunu, bu nedenle icra takibinin iptaline karar verilmesini talep etmiştir.
Mahkemece, aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenleme bulunmadığı, aynı ilama dayalı birden fazla alacaklı için ayrı ayrı icra takibi yapılmasında yasaya uymayan usulsüzlük bulunmadığı gerekçesiyle şikayetin reddine karar verilmiştir.
6100 sayılı HMK’nun Hükmün Kapsamı başlıklı 297. maddesinde; hükmün sonuç kısmında yargılama giderleri konusunda, taleplerden her biri hakkında verilen hükümle, taraflara yüklenen borç ve tanınan hakların sıra numarası altında gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. Yargılama Giderlerinin Kapsamı başlıklı 323. maddesinin (ğ) bendinde vekille takip edilen davalarda vekalet ücretini yargılama giderleri içinde saymıştır. Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 326. maddesinin 1. fıkrasında yargılama giderlerinin, aleyhine hüküm verilen taraftan alınmasına karar verileceği belirtilmiştir. Tüm bu düzenlemeler birlikte değerlendirildiğinde ilam taraflara yüklenen borçlar, tanınan haklar, yargılama giderleri olmak üzere bir bütündür. Vekille temsil edilen davalarda hüküm altına alınan avukatlık ücreti de yargılama giderleri kapsamındadır.
6100 sayılı Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun Dürüst Davranma ve Doğru Söyleme Yükümlülüğü başlıklı 29. maddesinde “Taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Taraflar, davanın dayanağı olan vakıalara ilişkin açıklamalarını gerçeğe uygun bir biçimde yapmakla yükümlüdürler.” Dürüstlük Kuralına Aykırılık Sebebiyle Yargılama Giderlerinden Sorumluluk başlıklı 327. maddesinin 1. fıkrasında “Gereksiz yere davanın uzamasına veya gider yapılmasına sebebiyet vermiş olan taraf, davada lehine karar verilmiş olsa bile, karar ve ilam harcı dışında kalan yargılama giderlerinin tamamını veya bir kısmını ödemeye mahkûm edilebilir.”
4721 sayılı TMK’nun Hukukun Uygulanması ve Kaynakları başlıklı 1. maddesinde “Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır. Kanunda uygulanabilir bir hüküm yoksa, hakim, örf ve adet hukukuna göre, bu da yoksa kendisi kanun koyucu olsaydı nasıl bir kural koyacak idiyse ona göre karar verir. Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır.” Dürüst Davranma başlıklı 2. maddesinde “Herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz.”, Hakimin Takdir Yetkisi başlıklı 4. maddesinde “Kanunun takdir yetkisi tanıdığı veya durumun gereklerini ya da haklı sebepleri gözönünde tutmayı emrettiği konularda hakim, hukuka ve hakkaniyete göre karar verir.” Hukukun Uygulanması başlıklı 33. maddesinde ise; “Hâkim, Türk hukukunu re’sen uygular.”
2709 sayılı 1982 Anayasası’nın Hak Arama Hürriyeti başlıklı 36.maddesinde “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir.”
818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 61. maddesini sadeleştiren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun Sebepsiz Zenginleşmeden Doğan Borç İlişkileri başlıklı 77. maddesinde ise “Haklı bir sebep olmaksızın, bir başkasının malvarlığından veya emeğinden zenginleşen, bu zenginleşmeyi geri vermekle yükümlüdür. Bu yükümlülük, özellikle zenginleşmenin geçerli olmayan veya gerçekleşmemiş ya da sona ermiş bir sebebe dayanması durumunda doğmuş olur.” denilmiştir.
Mahkemece aynı ilamda hüküm altına alınan alacak kalemleri için tek ve aynı dosya ile ilamlı icra takibinde bulunulmasını zorunlu kılan türden yasal düzenlemenin mevcut olmadığı gerekçesine dayanılmıştır. Ancak Yasa’larda bir ilamla hüküm altına alınan haklarla ilgili olarak ayrı ayrı takip yapılabileceğine ilişkin hiç bir düzenleme de mevcut değildir. Bu durumda Türk Medeni Kanunu’nun 1., 2., 4. ve 33. maddelerinin, Anayasa’nın 36. maddesinin, Borçlar Kanunu’nun 61 ve yeni Türk Borçlar Kanunu’nun 77. maddesinin, Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun 29. maddesinin gözönüne alınarak uyuşmazlığın çözüme kavuşturulması gerekir. Genel olarak icra hukukuna ilişkin itiraz ve şikayetlerde Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesinin uygulanma kabiliyeti yoktur. Ancak yukarıda belirtilen diğer Yasa maddeleri gözönüne alındığında bu tip olaylarla sınırlı kalmak üzere objektif iyi niyet kurallarının gözardı edilmemesi gerekir.
Hakkın kötüye kullanılmasını; hukuken var olan bir hakkın sınırlarını aşarak ya da o hakkı gerekçe göstererek hukuka aykırı eylemler yapma durumu olarak veya bir hakkın, Yasa’ların tanıdığı yetkilerin sınırları içinde olmakla birlikle, amacından saptırarak kullanılması olarak da açıklayabiliriz. Türk Medeni Kanunu’nun 2. maddesine göre herkes, haklarını kullanırken ve borçlarını yerine getirirken dürüstlük kurallarına uymak zorundadır. Bir hakkın açıkça kötüye kullanılmasını hukuk düzeni korumaz. Yani bir hak sahibi hakkını kullanırken ve borçlu borcunu öderken objektif iyi niyet kurallarına uymak, dürüst davranmak, başkalarını zarara uğratmamak zorundadır. Hak sahibi başkasına zarar vermek amacını taşımasa bile hareketi açıkça iyi niyet kurallarına aykırı ise ve başkasını zarara uğratıyorsa veya hak sahibine sağladığı yarar ile başkasına verdiği zarar arasında aşırı dengesizlik varsa bu durumu hakkın kötüye kullanılması olarak değerlendirebiliriz. Anayasa başta olmak üzere, Hukuk Muhakemeleri Kanunu, Türk Medeni Kanunu ve Türk Borçlar Kanunu hak sahibinin hakkını kullanırken objektif iyi niyet kuralları içinde hareket etmesini emretmiş aksi davranışın hukuk düzeni tarafından korunamayacağını belirtmiştir. Kötü niyetli olmasa da alacaklı tarafından Yasa’daki boşluktan yararlanılarak bir ilamdaki haklar için ayrı ayrı takip başlatılarak sebepsiz zenginleşmeye neden olacak şekilde fazladan avukatlık ücreti talep edilmesi hakkın kötüye kullanılmasıdır ve hukuk düzeni tarafından korunamaz. İlam bir bütün olmasına rağmen yasal ve geçerli bir neden olmaksızın alacaklının ayrı ayrı takip başlatması Yasa’larda belirtilen dürüstlük kuralına uymadığı, borçlunun zarara uğramasına neden olduğu anlaşılmıştır. Yukarıda belirtilen yasal düzenlemeler karşısında alacaklıların bu davranışı hukuk düzeni tarafından korunamayacağı için mahkeme tarafından borçlunun bu yöndeki şikayetinin kabulü yerine yazılı gerekçe ile reddi isabetli olmamıştır.
SONUÇ: Borçlu vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile Mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca BOZULMASINA, taraflarca İİK’nun 366/3. maddesi gereğince Yargıtay Daire ilamının tebliğinden itibaren ilama karşı 10 gün içinde karar düzeltme isteğinde bulunulabileceğine ve peşin harcın temyiz edene iadesine, 29.03.2017 tarihinde oybirliğiyle karar verildi.
HMK Madde 29 Dürüst Davranma ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü
Yargıtay İçtihatları
12. Hukuk Dairesi 2015/30970 E. , 2016/9413 K.
- HMK Madde 29
- Dürüst Davranma ve DOğruyu Söyleme Yükümlülüğü
Yukarıda tarih ve numarası yazılı mahkeme kararının müddeti içinde temyizen tetkiki borçlu tarafından istenmesi üzerine bu işle ilgili dosya mahallinden daireye gönderilmiş olup, dava dosyası için Tetkik Hakimi … tarafından düzenlenen rapor dinlendikten ve dosya içerisindeki tüm belgeler okunup incelendikten sonra işin gereği görüşülüp düşünüldü:
Alacaklı tarafından … Asliye Hukuk Mahkemesi’nin Aile Mahkemesi sıfatıyla verdiği 06.03.2014 tarih ve 2013/481 Esas, 2014/78 Karar sayılı ilamına dayalı olarak maddi, manevi tazminat ile mahkeme vekalet ücreti alacağının tahsili istemiyle genel haciz yoluyla ilamsız icra takibine başlandığı, örnek 7 numaralı ödeme emrinin tebliği üzerine borçlu …’nın icra dairesine müracaat ederek borca ve tüm fer’ilerine itirazlarını bildirdiği, alacaklının, adı geçen borçlunun itirazı ile duran takibin devamını sağlamak amacıyla itirazın kaldırılması talebiyle icra mahkemesine başvurduğu anlaşılmaktadır. İcra İflas Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca, alacaklı tarafından para borcuna veya teminat verilmesine dair ilam icra dairesine verilince icra memuru borçluya bir icra emri tebliğ eder. Yasanın bu hükmü emredici nitelikte olup, icra memurunun aksi yöndeki işlemleri kamu düzenine aykırılık oluşturacağından, süresiz şikayete tabi olacağı gibi hakim tarafından da re’sen gözetilmelidir. Alacaklının takip talebine eklediği belgenin para borcuna veya teminat verilmesine dair ilam olması halinde, icra memurunun borçluya örnek 4-5 nolu icra emri tebliğ etmesi yasal zorunluluktur.
Alacaklının talebi üzerine ya da kendiliğinden ilamsız icra takiplerine ilişkin ödeme emri göndermesi açıkça yasanın emredici hükmüne aykırı olacaktır.
Pek tabidir ki; elinde ilam olan bir alacaklının ilama dayalı olarak ilamsız icra takibi yapması da hayatın olağan akışı ile bağdaşmayacaktır. Nitekim ilamlı icra takibinde borçlunun itirazı takibi durdurmayacağı gibi, itfa ve imhal itirazlarının ispatı, ancak “yetkili mercilerce re’sen yapılmış veya usulüne göre tasdik edilmiş yahut icra dairesinde veya icra mahkemesinde veya mahkeme önünde ikrar olunmuş senetle” (İİK. m. 33) mümkün olacaktır. Halbuki ilamsız icra takibinde itiraz üzerine takip duracak ve alacaklının itirazın kaldırılması için icra mahkemesine başvurarak olumlu karar alması gerekecektir. Yine ilamlı icra takibini alacaklı istediği icra dairesinde yapabilecekken(İİK. m.34), ilamsız icra takibinde genel yetki kurallarına göre (İİK. m.50) takip yapması gerekecektir.
O zaman elinde ilam olan bir alacaklı, bu kadar avantajlar var iken neden ilamsız icrayı tercih eder? Burada ilk akla gelen ilamlı icra takiplerinde uygulanan İİK’nun 36. maddesini, bir diğer anlatımla borçlunun icranın geri bırakılması kararı alarak takibi durdurmasını bertaraf etmek olabilir. Bir diğer neden de, ilamın bozulması halinde takibin durmasının ve sonrasında alacağın olmadığının ya da daha az olduğunun ilamla belirlenmesi halinde, icranın iadesinin yolunu kapatmak olarak düşünülebilir (İİK. m 40).
İcra ve İflas Kanunu’nda hüküm bulunmayan hallerde bu kanuna aykırı düşmediği ölçüde genel nitelikte olan Hukuk Muhakemeleri Kanunu’nun hükümlerinin icra takipleri hakkında da uygulanması gerekir. 6100 sayılı HMK’nun 29/1. maddesine göre ise taraflar, dürüstlük kuralına uygun davranmak zorundadırlar. Buna göre elinde ilam olan bir alacaklının ilamlı icra takibi yapmak yerine ilamsız icra takibi yapmasının anılan maddede düzenlenen dürüstlük kuralı ile bağdaşmayacağı muhakkaktır.
Kaldı ki, mahkemeye başvurup alacağını ilama bağlayan bir kişinin ilamlı takip yapmak yerine ilamsız takibi tercih etmek suretiyle borçlunun yapabileceği itiraz üzerine yeniden itirazın kaldırılması ya da iptali amacıyla mahkemeye başvurması ve bu şekilde Devletin yargı organlarının gereksiz şekilde meşgul edilmesi anlamına da geleceğinden kabulü mümkün değildir.
Şu hale göre, alacaklının para borcuna veya teminat verilmesine dair ilama dayalı olarak ilamsız icra takibi yapması en başta İİK’nun 32. maddesi amir hükmüne aykırılık teşkil edeceği gibi, dürüstlük kuralı ile de bağdaşmayacağından hukuk düzeni tarafından korunamaz. Bu doğrultuda, Dairemizin yeni oluşan içtihatları ile ilama dayalı olarak ilamsız icra takibi yapılamayacağı sonucuna varılmıştır.
O halde, mahkemece, ilama dayalı olarak ilamsız icra takibi yapılamayacağı hususu gözetilerek alacaklının itirazın kaldırılması talebinin reddine karar verilmesi gerekirken, istemin esasının incelenmesi suretiyle yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir.
SONUÇ : Borçlunun temyiz itirazlarının kabulü ile mahkeme kararının yukarıda yazılı nedenlerle İİK’nun 366 ve HUMK’nun 428. maddeleri uyarınca (BOZULMASINA), peşin alınan harcın istek halinde iadesine, ilamın tebliğinden itibaren 10 gün içinde karar düzeltme yolu açık olmak üzere, 30.03.2016 gününde oybirliğiyle karar verildi.
HMK Madde 29 Dürüst Davranma ve Doğruyu Söyleme Yükümlülüğü
Yargıtay İçtihatları
Hukuk Genel Kurulu 2014/1429 E. , 2016/1008 K.
- HMK Madde 29
- Dürüst Davranma ve DOğruyu Söyleme Yükümlülüğü
Taraflar arasındaki “itirazın kaldırılması” davasından dolayı yapılan yargılama sonunda, İstanbul 5. İcra (Hukuk) Mahkemesince davanın reddine dair verilen 22.05.2012 gün ve 2011/2376 E., 2012/782 K. sayılı kararın incelenmesi davacı vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 6. Hukuk Dairesinin 26.12.2012 gün ve 2012/15842 E., 2012/17394 K. sayılı ilamı ile,
“…Davacı alacaklı tarafından davalı borçlular hakkında kira alacağının tahsili amacıyla başlatılan icra takibine vaki itiraz üzerine davacı icra mahkemesinden itirazın kaldırılması ve %40 icra inkar tazminatı isteminde bulunmuştur. Mahkemece uyuşmazlığın yargılamayı gerektirdiğinden bahisle istemin reddine karar verilmiş, karar davacı alacaklı vekili tarafından temyiz edilmiştir.
Takibe ve karara esas alınan 01/03/2011 başlangıç tarihli bir yıl süreli kira sözleşmesi konusunda uyuşmazlık bulunmamaktadır. Sözleşmede aylık kira parasının 1.800 TL olduğu her ayın 1-5 arasında peşin ödeneceği kararlaştırılmıştır. Davacı kiraya veren 18/10/2011 tarihinde başlatmış olduğu icra takibi ile ödenmeyen 3 aylık kira parası toplamı olan 5.400 TL’nin tahsilini istemiştir. Davalı borçlular ödeme emrine yasal süresinde davacıya borçları bulunmadığını, ödeme emrinde 3 aylık kira denildiğini ancak hangi aylara ait kira bedeli olduğunun belirtilmediğini belirterek itiraz etmişlerdir. Davalı kiracılar kira akdinin varlığına karşı çıkmamışlardır. İ.İ.K.nun 62. maddesi gereğince itiraz ettikleri kısmın cihet ve miktarını da itiraz dilekçesinde açıkça göstermediklerinden bu durumda takip talepnamesinde belirtilen kira miktarının kesinleştiğinin kabulü gerekir. Dava dilekçesinde ve yargılama sırasında davacı hangi aylara ait kira alacağının istenildiğini açıklamıştır. Bu nedenle mahkemece işin esasının incelenerek esas hakkında bir karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçe ile uyuşmazlığın yargılamayı gerektirdiğinden bahisle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir…” gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.
HUKUK GENEL KURULU KARARI
Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kağıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:
Dava, 2004 sayılı İcra ve İflas Kanununun (İİK.) 269 vd. maddelerine dayalı kira alacağı talepli takibe vaki itirazın kaldırılması istemidir.
Davacı vekili, borçlu … ve lehine şahsi teminat veren müşterek ve müteselsil kefil … aleyhine gayrimenkul kiralarına ilişkin ilamsız takip yaptıklarını, adı geçenlerin borçlu olmadıkları gerekçesiyle takibe itiraz ettiklerini, davalılar ile müvekkili arasında imzalanan 01.03.2011 başlangıç tarihli kira sözleşmesine göre kira ödemelerinin banka hesabına yapılacağının kararlaştırıldığını, kiracı/borçlunun sadece mart ve nisan aylarının kira bedellerini ödediğini, haziran ayında ise bir aylık kira bedeli kadar para gönderdiğini, başka herhangi bir ödeme yapılmadığını beyanla 5.400,00-TL için yapılan itirazın kaldırılması ile takibin devamına, davalıların 5.400,00-TL üzerinden en az %40 icra inkar tazminatına mahkum edilmelerini talep etmiştir.
Davalı … vekili; ilamsız icra takibine konu edilen borcun hangi ayların kira bedellerine ilişkin olduğunun belli olmadığını, ilamsız icra takibine konu borcun bulunmadığını, mart ve nisan aylarının kira bedellerinin banka aracılığı ile ödendiğini, mayıs ayı kira bedelinin ise taşınmaza yapılan üç adet duşakabin bedeli ile mahsup edildiğini, haziran ayı kira bedelinin elden ödendiğini, temmuz ayı kira bedelinin de depozitodan düşüldüğünü, müvekilinin taşınmazı temmuz ayında tahliye ettiğini, bu nedenle davanın reddi ile davacı aleyhine %40’dan az olmamak kaydıyla tazminata hükmedilmesi gerektiğini savunmuştur.
Yerel Mahkemece davanın reddine dair verilen karar Özel Dairece, yukarıda başlık bölümünde açıklanan gerekçelerle bozulmuştur. Mahkemece önceki gerekçe ile direnilmiş, direnme kararını davacı vekili temyize getirmiştir.
Hukuk Genel Kurulu önüne gelen uyuşmazlık; kira alacağının ödenmesine ilişkin takip talebinde ve borçluya gönderilen örnek 13 ve müşterek ve müteselsil kefile gönderilen örnek 7 ödeme emirlerinde istenen kira bedelinin hangi aylara ait olduğunun açıklanmasının gerekip gerekmediği ve bu hususun icra takibi bakımından geçerlilik koşulu olup olmadığı noktasındadır.
Adi kiraya ve hasılat kirasına ilişkin takiplerle ilgili olarak İİK.’nın 269. maddesinde kira bedelinin hangi aylara ait olduğunun açıklanması gerektiğine dair bir düzenleme mevcut değildir.
Davacı taraf dava dilekçesinde ve yargılama aşamasında hangi aylara ait kira alacağının talep ettiğini de ayrıntılı olarak açıklamıştır. Bu nedenle talep edilen kira parasının hangi aylara ait olduğunun takip talebinde ve ödeme emrinde belirtilmemesi sonuca etkili değildir.
O halde yerel mahkemece borcun sebebinin ve alacağın konusunun hangi aya ilişkin olduğunun net olarak takip talebinde gösterilmesi gerektiğinden bahisle davanın reddine karar vermesi yerinde değildir.
Ne var ki, bozma ilamının üçüncü paragrafında yazılı olan;“… İ.İ.K.nun 62. maddesi gereğince itiraz ettikleri kısmın cihet ve miktarını da itiraz dilekçesinde açıkça göstermediklerinden bu durumda takip talepnamesinde belirtilen kira miktarının kesinleştiğinin kabulü gerekir…” ibaresinin ancak kısmi itirazlarda gözönünde tutulması gerektiği, somut olayda ise kısmi itiraz bulunmayıp davalı borçluların ödeme emrine yasal süresinde davacıya borçları bulunmadığını belirterek itiraz ettikleri anlaşılmakla, diğer bozma nedenleri yerinde olduğundan yukarıda anılan ibarenin bozma ilamından çıkartması gerekmiştir.
Buna göre yerel mahkeme direnme kararı, yukarıda açıklanan bu değişik gerekçe ile bozulmalıdır.
Hukuk Genel Kurulundaki görüşmeler sırasında talep edilen kira parasının hangi aylara ait olduğunun takip talebinde belirtilmemesinin menfaatler dengesine ve silahların eşitliği ilkesine aykırı olacağı ileri sürülmüşse de bu görüş kurul çoğunluğu tarafından kabul görmemiştir.
SONUÇ: Davacı vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda gösterilen bu değişik nedenlerden dolayı BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının yatırana geri verilmesine, 1086 sayılı Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu’nun 440. maddesi uyarınca karar düzeltme yolu kapalı olmak üzere 02.11.2016 gününde yapılan görüşmede oyçokluğu ile karar verildi.
K A R Ş I O Y
Dava, kira alacağına yönelik icra takibine vaki itirazın kaldırılması isteminden ibarettir.
Uyuşmazlığın çözümü, öncelikle, alacaklının, borçluya gönderilen ödeme emrinde, takibe konu kira parasının hangi aylara ilişkin olduğunu belirtmemiş olmasının sonuca etkili olup olmadığının saptanması ile mümkündür. Yerel mahkemece bu husus hukuk yargılamasında silahların eşitliği ilkesine aykırı bulunarak itirazın kaldırılması istemi reddedilmiş, Özel Daire ise borçlunun itiraz edilen kısmın cihet ve miktarını açıkça göstermediklerinden, bu hususun sonuca etkili olmadığı, takibe konu kira miktarının kesinleştiği ve dava dilekçesinde ve yargılama sırasında davacı alacaklının bu konuya açıklık getirdiği gerekçesiyle yerel mahkemenin direnme hükmünü bozmuştur.
Ödeme emrinde talep edilen kira alacağının hangi aya karşılık geldiğinin belirtilmemiş olmasının, yerel mahkemenin direnme kararında da isabetle vurgulandığı üzere, hukuk yargılamasında “silahların eşitliği” ilkesine aykırı olduğu gibi HMK’nın 29. maddesinde yerini bulan, dürüst davranma ve doğruyu söyleme yükümlülüğüne de aykırıdır. Üstelik, itirazın kaldırılması yargılamasında da, alacaklının, takibe konu kira alacağının hangi aylara ilişkin olduğu konusunda net bir açıklaması yoktur ve bu husus yerel mahkemenin direnme gerekçesinde de yine isabetle yer almaktadır. Öte yandan, mevcut dosya kapsamı uyarınca, alacaklı, takip tarihi de gözetildiğinde, geriye doğru Ekim, Eylül, Ağustos, Temmuz, Haziran ve Mayıs 2011 tarihlerinde ödenmesi gereken kira paralarını talep edebilecek durumda olup takip talepnamesinde ve buna göre çıkarılan ödeme emrinde hangi aya ait olduğunu belirtmeksizin 3 aylık kira parasını talep etmiştir. Borçlunun, Temmuz 2011 sonunda mecuru tahliye ettiğini ve bu tarihten sonra mecurun yeniden kiraya verildiğini ileri sürmek suretiyle alacaklıya hiçbir borcu olmadığından bahisle borcun tümüne itirazda bulunduğu nazara alındığında, ödeme emrinde takibe konu kira parasının hangi aylara ilişkin olduğunun açıklanmamış olması, somut olay bakımından, sonuca etkili bir hale geldiği gibi İİK’nın 62. maddesine göre kesinleşmiş bir borç tutarının da olmadığı açıktır.
Tüm bu nedenlerle, yerel mahkeme direnme kararının onanması gerektiği düşüncesiyle, HGK çoğunluğunun, değişik gerekçeyle hükmün bozulması yolundaki kanaatine katılamıyorum.